Logo
Print this page

Makedonya gezisi

Bozoğlan'ın Makedonya gezisinden notlar
Makedonya’ya girince bir başka hissediyor insan, eski ata yadigârı topraklar, eskiye Osmanlı’ya dalıyor insan…
26 Temmuz 2009 / 13:14

23 Haziran 2009 günü…
Saat 17.00…

Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi önünde, Konya’dan İstanbul ve Selanik üzerinden Üsküp’e gitmek üzere eğitim fakültesinden Dekanımız Musa Bey, gezi ve organizasyon da çok emeği geçen Muhittin Çalışkan dostum ve birçok diğer değerli öğretim üyeleri, asistan arkadaşlar bizi uzun bir yolculuğa çıkaracak olan otobüsü ve Şoförlerimizi bekliyoruz…

Nihayet otobüs görünüyor ve yerleşiyoruz. Genel hava iyi! Organizasyonda yer alan arkadaşlar ve şoförlerimiz muhteşem… Yolculuk için çok miktarda içecek, yiyecek var. Ayrıca hocalarımız ve arkadaşlarım tarafından yapılan çok miktarda lezzetli kek, börek ve dolmayı da anmadan geçmek istemiyorum. Evet, yolculuk bu atmosferde başlıyor. Önümüzde uzun bir yolculuk, Osmanlı’ya tanıklık etmiş dört ülke ve birçok şehir.

 

Konya’mızın geniş ovasında yayılan buğday tarlalarının arasından geçerek Ankara'ya varıyoruz. Artık akşam olmak üzere… Bolu İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden gezi boyunca renklilik ve sıcaklık katacak olan Mehtap Hoca’mızı bir orta yol bularak alıyoruz. Gece ortasına doğru Organizasyon ve Gezi sorumlusu Ali Murat SÜNBÜL Hoca’mızı Sakarya’dan alıyor ve yolumuza devam ediyoruz. İstanbul’dan Milli Eğitimde çalışan iki arkadaşımızı ve tur rehberimizi aldığımızda gezi ekibi tamamlanmış oluyor. İstanbul boğazı, köprü ve deniz gece bir başka güzel. Birkaç moladan sonra yaklaşık 13 saat sonra Yunanistan İpsala sınır kapsısındayız. Otobüste uzun süre bekliyoruz ve bekliyoruz. Otobüsün bagaj kısmında Makedonya’ya götüreceğimiz kongre kitaplarını görüyorlar ve bunları soruyorlar ve bunlardan vergi almak istiyorlar. Onlarda yeteri kadar İngilizce bizde Yunanca yok.. Bekleşiyoruz. Ve sonunda Yunanlı dostumuz Profesör Atina arayıp sınır görevlisi ile konuşturuyoruz. Ve sınırda son bir defa daha Türk yemeklerinden yiyip Yunanistan topraklarına ayak basıyoruz.
Ve birçok defa Yunanistan ve bölgeye gelmiş olan rehberimiz Orhan Bey, solumuzda Ege denizi, sağımızda Bulgaristan’ı Yunanistan’dan ayıran dağlar yol alıyoruz. Sağda ve solda çok miktarda zeytin ağacı ve üzüm bağı hava biraz kapalı aslında berbat demek daha doğru. Haziran ortasında bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor. Aslında fena değil güneyde deniz, kuzeyde dağlar, yağmur ve ortada biz ve gidiyoruz bir saat, iki saat.. Nihayet güneş açıyor ve duruyoruz. Aklıma gelmişken Ali Murat Hocamızın sevgili öğrencileri Muhittin, Süleyman, Hüseyin, Ahmet, Fatih, Veysel, İhsan ve ben buraya kadar servisi aksatmıyoruz.. Çay, kahve, kola, meyve suyu, kek, börek, dolma vs. Hepsine minnettarız.

Evet, mola yerindeyiz. Kek, börek, sandviç, çay vs. içecekler ve hediyelik eşya satan güzel bir yer. Dışarıda artık hava güneşli. Herkes bir yerde. Dağıldık. Ben, Ali Murat Hoca, Muhittin ve yol boyunca bazen bana eşlik eden sevgili dostum Hüseyin Serçe birer ıspanaklı, peynirli börek ve çay kapıyoruz. Çay epeyce büyük. Bu bize iyi geliyor.

Yola devam ediyoruz, güneye doğru Ege Deniz’inin kuzey batısında dağların denizle buluştuğu Türklerin yaşadığı bir körfez şehri olan Kavala’dan geçerek Selanik’e varıyoruz. Selanik tam İzmir’in karşısında bir Ege şehri. Kalacağımız otele gitmeden Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu eve gidiyoruz. Bahçesinde nar ağaçları olan gayet mütevazı bir ev. Üç katlı. En alt kat şu an sergi amaçlı kullanılan bir çeşit gıda mahzen, ocaklık, küçük bir de tuvaletin olduğu yer. Orta kat ki şu an girişler eve buradan, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ve babası Ali Rıza Efendi’nin odaları, banyo, küçük bir oturma odası, mutfak bulunuyor. En üst katta Atatürk’ün yatak odası, çalışma odası ve Atatürk’e ait eşyaların sergilendiği bir salon. Tarihi bir kere daha yad ettikten sonra, zira buraya ikinci gelişim sonra otele doğru yola çıkıyoruz. Bizi harika bir otel karşılıyor.

Otel gayet güzel ve temiz. Ben her zamanki gibi Muhittin dostumla güzel bir odayı paylaşıyoruz. Kısa bir süre dinlendikten sonra. Herkes Selanik merkeze gidiyor. Bizde, Hüseyin Serçe ve Yasin Aslan hocalarımızla iniyoruz çarşıya. Hala metro bitmemiş ve hiçbir ilerleme de görülmüyor. Neyse.. Uzunca bir sahil ve kenarında restoranlar, yürüyen insanlar, jeneratörle gürültülü bir şekilde çalışan tezgâhlar, bisiklete binenler, haşlanmış ve közde mısır satıcıları, dondurmacılar. Birer közlenmiş mısır alıp yürüyoruz sahil boyu, dönüşte kızıl derili kıyafetli dört kişilik bir müzik grubu hem söylüyor, çalıyor ve dans ediyor. Gayet hoş ve güzel… Dinliyoruz. Etrafta epey genç görmek mümkün, hareketli denilebilir. Hüseyin kardeşimle bir tavuk dönerci bulup karnımızı doyuruyoruz ve arkasından güzel bir dondurma. Ve dönüyoruz otele..
Ertesi sabah güzel bir kahvaltıdan sonra 9.30’da Makedonya sınırından geçmek üzere yola çıkıyoruz. Yolu bulmak kolay olmuyor. 3 veya 4 saatlik yolu yaklaşık 8 saatte alıyoruz. Yolda güzel bir dinlenme tesisinde mola veriyoruz. Bu küçük tesiste Yunanistan içerisinde seyahat eden bir Yunanlı grupla karşılaşıyoruz. Bizim gruptan Ahmet SABAN hoca ile Ali Murat SÜNBÜL Hoca bu grupla derin bir sohbete alıyor. Çok ilginçtir sohbetin dili TÜRKÇE. Konuşmalardan Yunanlı grubun en az yarısının anne ane, babaanne ya da dedelerinin Türkiye ağırlıklı olarak Kayseri olduğunu öğreniyoruz. Rum şu sözü çok anlamlıydı. “Kayserili eşeği boyamış pazarda At diye satmış”. Dil bilimci olarak bu durum beni çok etkilemişti. Türkiye’yi hiç görmeyen bu insanlar Türkçe’yi bizim gibi konuşuyorlar, atasözlerimizi ve deyimlerimizi kullanıyorlardı. Ali Murat Hoca Türkçe’niz ne kadar iyi! Nasıl öğrendiniz diye bir soru sordu. 65 yaşlarındaki yunanlı bayan bize evimizde Türkçe öğrettiler… Yunancayı hiç öğrenemedik ki! Dedi. Bu duygu ve heyecanla Makedonya sınırındayız. Bizi çok bekletmiyorlar ve ilk defa Makedonya boyunca tüm içtenliğiyle bize rehberlik yapacak olan, üniversite öğrencisi ve ikinci lig futbolcusu gayet nazik ve efendi olan Coşkun ile karşılaşıyoruz. Artık Makedonya’dayız. Önümüzde Manastır, Ohrid ve Üsküp var. İki gün 3 gece buradayız…

Makedonya’ya girince bir başka hissediyor insan, eski ata yadigârı topraklar, eskiye Osmanlı’ya dalıyor insan… Sanki Osmanlı değil de bendim at gezdiren ve içimde eskiden geldiğim epeydir gelmediğim topraklara kavuşmanın sevinci var. Evet Makedonya’yız…

Makedonya yemyeşil doğa harikası mütevazı bir ülke. İnsanları sıcak… Manastırdayız… Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te ki doğduğu evden sonra şimdi askeri liseye gittiği okul olan ‘Askeri İdadiye’ deyiz. Beyaz iki katlı bir bina.. Hepimiz kurucumuzun liseye gittiği okulun önünde gururla resimler çekiliyoruz. Ve ikinci katta Atatürk sergisini geziyoruz. Osmanlı’da önemli bir şehir olan Manastır yeşiller içinde küçük bir şehir. Şehir bizi etrafı küçük esnaf dükkânlarıyla kaplı dar sokaklar, ortasında küçük bir fıskiye, arka planda bir cami ve kilise olan meydanı ile karşılıyor. Nüfusun büyük bir çoğunluğu Türk ama Türkçe az kimse tarafından biliniyor. Yukarı şehrin yukarısına doğru ilerliyoruz altımız taş yollar, kenarda dükkânlar gayet sıcak geliyor insana. İleride birkaç cami görüyoruz her yönüyle atalarımız Osmanlıyı hatırlatırcasına bize bakıyor ve sesleniyor. Orada iki Türk ile karşılaşıyoruz. Anlatıyorlar biz dinliyoruz. Biraz dertliler Makedonlardan... Biri Manastır konsolosunun eniştesi. Bize şu önemli açıklamaları yapıyorlar: “Türkiye’nin sağlık, eğitim ve askeri alanda yaptıkları yardımların onlara (orada yaşayan Türklere) Makedonya tarafından baskı olarak döndüğünden ve merkezde kapalı olan bir caminin içerisine “False evidence” yani sahte kanıtlarla, kilise olduğunu kanıtlayarak, kiliseye çevirmeye çalıştıklarından bahsediyorlar. Dertleşiyoruz ve ayrılıyoruz. Buradan Rezneli Niyazi’nin evi ve çalışma ofisinin olduğu Rezne’ye geçiyoruz. Rezneli Niyazi buralı. Osmanlı zamanında adı bazı isyanlarla geçen ve yanında çalışan kişi tarafından öldürülen bir ittihatçı. Yolda kongre yöneticileri Prof. Nikos ve Prof. Natasha sık sık Ali Murat hocayı arıyor. Ohrid’e acele gelmemiz için. Otobüs yolcularının hiçte acele niyeti yok. Ali Murat hoca ekibi acele etmemiz konusunda sürekli sıkıştırıyor. Tarihten de biraz nasibimizi alıp artık konferansın olacağı şehir olan Ohrid’e geçiyoruz.

Ohrid, Makedonya’nın en güzel şehri denilebilir. Bir tarafı göl arkası dik bir şekilde göğe yükselen yemyeşil bir dağın ortasında çok güzel bir otel geliyoruz. Akşam vakti 19.30 gibi. Arkadaşlarımızın bir kısmı kongre salonuna geçerken diğer kısmı otele yerleşiyor. Muhittin dostumla beraberiz yine aynı odadayız. Arkadaşlar akşam yemeğinin ardından Ohrid sokaklarına şehre gidiyorlar biz otelimizde konferans hazırlıkları yaparken. Bu gece lobide biraz vakit geçirip yatıyorum erkenden.

Geçen sene 2008 Ekim’de Büyükşehir belediyesi başta olmak üzere, üniversitemiz, Şeker a.ş. ve birçok gönüllü yardımseverin yardımıyla Konya’da yaptığımız muhteşem konferansın etkileriyle bizi çok iyi karşılıyorlar. G

eçen Mayıs ayında Romanya seyahatimizden sonra Ali Murat hocam ve ben konferansın etkisini daha iyi anlıyoruz ülkemizin, Konya’nın ve üniversitemizin tanıtımı adına. Sürekli balkan ülkelerinden gelen akademisyenlerden teşekkürler alıyoruz. Kahvaltıdan sonra geçen seneki konferans kitaplarını dağıtmak üzere konferans karşılama masasının bir ucana yerleşiyoruz. Şu dikkatimi çekiyor. Üniversitemizden katılan arkadaşlar hepimiz sıcakkanlı, yardımsever ve sempatiğiz. Sıcak karşılamanın bir sebebi de bu olsa gerek Türk misafirperliği. Bir yandan da yapacağım sununa hazırlık yapıyorum. Aralarda her milletten insanla resim çekiliyoruz. Bu arada Hacettepe üniversitesinden sayın Prof. Dr. Özcan Demirel Basoped balkan derneğine başkan olarak seçiliyor. Kendisini kutluyor ve ülkemiz adına seviniyoruz. Sunumlardan ve öğle yemeğinden ve sıcak bir ortamdan sonra artık bizde Ohrid sokaklarına dalma fırsatı buluyoruz. Taksi çok ucuz.. Muhittin dostum ve Ali Murat Hocamızla beraber Ohrid sokakları ve biz. Burası da sıcak atmosferi, insanları, sokakları olan çok sayıda Türkün yaşadığı göl kenarında güzel bir şehir. Akşam 18.00 bir Türk lokaline çay içmeye gidiyoruz. Muhabbet. Derken bir çingene grubu eğlenerek geçiyor. Yaklaşık 13 kişi..İkisi çalıyor, iki görkemli giyinmiş bayan da dans ediyor. Arkadan gelen iki orta yaşlı erkek de çok değerli olduğu belli olan yarısı dolu bira kasasını taşıyorlar. Bazıları da bu arada içiyor. Biz grubu görünce yol boyunca sempatik olan eşi Haşmet Bey ve Ece Sarıgül hocamızın hayretleri içinde peşinden gidiyoruz ve gruba katılıyoruz. Biz de oynamaya başlıyoruz. Gayet sıcakkanlı ve sempatikler. Ali Murat hoca para takınca çalgı çalanlardan birine, değerli biralardan biriyle ödüllendiriyor. Adını sorunca “Ramiz” diyor. Bu arada Sıdkı abi profesyonelliğin verdiği dikkat ama amatör bir ruhla kendinden geçerek fotoğraf makinesiyle enstanteleri kaçırmama gayretinde. Biz dönüyoruz Sıdkı abi yola devam ediyor. Dönüşte eşi Zuhal hocayla karşılaşıyoruz ve bize Sıdkı abiyi soruyor bizde çingenelerle gitti deyince. Gözlerinde bir panik ve endişe beliriyor. Ama Sıdkı abi aradığını bulmuş olmanın sevincinde..

Artık akşam yemeğine katılmak üzere otele gidiyoruz ve üzerimizi değiştirdikten sonra akşam 21.30’da yemeğe katılıyoruz. Bizi muhteşem bir davul şovla karşılıyorlar. Arkasından yöresel danslar ve balkanlardan değişik ülkelerinden müzikler çalınıyor. Makedon yöresel halk oyunları ekibi Ali Murat Hocayı kaptığı gibi aralarına alıyorlar. Ondan sonra tüm salondaki katılımcıların balkan halayları çektiği yöresel danslar yaptığı unutulmaz bir gece. Bu gece 24’e kadar sürüyor. Sonra Makedonyalı Profesör Dean’in Muhteşem gitar şovu. Farklı ülkelerden müzikler çalıyor. Bizde alkışlıyoruz. İçimizden bazı hocaları şafak sökerken göl kenarında pikniğe götürüyorlar.

Ertesi sabah kahvaltı, Özcan hocamızın kapanış konuşması ve topluca resim çekilişi. Ardından 11.00 gibi Üsküp’e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Yol üstünde Makedon şehirlerini tek tek geçiyor Kalkandelen’de mola veriyoruz ve Bektaşi dergâhına ziyarette bulunuyoruz. 14.00 gibi Üsküp’teki otelimize varıyoruz. Ben biraz dinleniyorum. Akşam 19.00 gibi Üsküp merkeze iniyoruz. Büyük bir meydanı, ortasından geçen büyük bir ırmak, üzerinde birisi Osmanlıdan diğeri yeni iki köprü olan canlı bir şehir. Köprü’de camilerde, kiliselerde, meydanda ve diğer yerlerde resimler çekiliyoruz. Hava karardı. Şehir canlı hala.. Güzel bir atmosferi var. Ali Murat Hoca, Coşkun ve ben bir üç tekerlekli bisiklet ile Koç’un Üsküp’teki Migros şubesine alışveriş hazırlıkları için gidiyoruz. Coşkun, ben ve gezinin bundan sonraki sorumluğunu alacak olan Türkiye’nin en tecrübeli rehberlerinden Ali Meydan Hocamla oturuyor ve konuşup bir şeyler içiyoruz. Sonra saat 23.00. Coşkun’la teşekkür edip küçükte bir bahşiş verip ayrılıyoruz. Düzgün giyimli, mütevazı ve iyi bir çocuk Coşkun ve bir o kadar da yakışıklı.

Oteldeyiz ve artık son gece. Yatıyorum saat 24.00 gibi. Aslında yolculuk başlangıcındaki planımızda Üsküpten tekrar geldiğimiz yoldan geri dönmek vardı. Gezi arkadaşların Bulgaristan’ada uğrayalım talebini Ali Murat hoca kaptanlarımıza iletiyor ve yolculuğumuza yeni bir macera ekleniyor. Sabah saat 10.00 gibi Bulgaristan’a gitmek üzere otelden, Üsküp’ten ayrılıyoruz. Elveda Makedonya… Bulgaristan sınırındayız. Sınırda bizi bekletiyorlar ve kendi vatandaşlarına öncelik verdikleri gözümüzden kaçmıyor. Sınırdan geçiyor ve birkaç saat sonra Sofya’dayız.. Sofya eski ve tarihi bir şehir. Birçok kilisesi, Mimar Sinan’dan kalma bir cami ve gördüğüm kadarıyla düzenli bir merkezi var. Şehir merkezi güzel ama çok fazla bir başkent havası olduğunu söyleyemeyiz. Ama gene de benim hoşuma gidiyor. Saat 16.30 gibi bir şeyler içmek için oturuyoruz ve çalışan genç gayet yardımsever ve sempatik. Saat 17.00’de ayrılıyoruz bu sefer Kapıkule’ye doğru.

Yoldayız. Tur rehberliğini alan Ali Meydan Hocamız öncülüğünde hocalarımız bir şeyler yapıyorlar. İsa Korkmaz hocamız keyif verici birkaç fıkra anlatıyor ve arkasından Musa Gürsel hocamız ve Eşi birer muhteşem şarkı söylüyorlar. Bunu da burada fark etmiş oluyoruz. Zuhal Güven Hocamızın bir şarkı söylememesi bizde hayal kırıklığı oluşturuyor. Ali Murat hocamız o anda yazdığı ve bu yazının başında okuduğunuz güzel bir şiiri okuyor. Bu arada Yasin Aslan hocamızın sempatik yanını da mikrofonu devraldığında görüyoruz. Bu arada Hüseyin kardeşimle Almanca kırmızı başlıklı kız, oduncunun çocukları ve yedi oğlak yavrusu ve kurt masallarını okumaya devam ediyoruz. Böyle güzel bir atmosferde sınıra varıyoruz. Arkadaşlar servise devam ediyor. Sınırdayız. Bizi Türk tarafından harika bir alış veriş merkezi karşılıyor. Kısa süre sonra gece 24.00’lerde Edirne’deyiz. Gene Mimar Sinan’ı hayırla yad ediyoruz. Muhteşem şimdi bize daha muhteşem gelen Selimiye’yi ve külliyesini görünce bir defa daha kendimizden geçiyoruz. Edirne’de harika birer köfte ve ciğer yedikten sonra İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz. Muhteşem şoförlerimiz için biraz para topluyoruz. Ve 28 Haziran 2009 saat 13.00 gibi Konya’yız. Uzun ve uzun süre unutulmayacak bir gezi..

 

Last modified onFriday, 07 November 2014 23:05
Telif Hakkı 2005-2015 © Vrapciste.COM. Vrapçiştenin Resmi Web Sitesi!