Logo
Print this page

Yegâne varoluş yolumuz, Ortak Türk Platformudur


 
Yürüyen Duvar Romanı Makedonya?da hatta Balkanlarda Türkçe çıkan ilk Yörük Romanı olarak tarihe geçti.

 İlk Romanınıza neden "Yürüyen duvar" dediniz. Bunun özel bir manası var mı?

"Yürüyen Duvar"ın yalnız Makedonya?da değil, Balkanlarda ilk Yörük Türk romanı olduğu kitabın son kapak sayfasında açıkça belirtilmektedir. Bu, yayıncının ısrarı üzerine sırf reklam amacıyla yazıldı. Esasta, bir romanın gerçek ağırlığı ilk ya da son olmasında değil, özünde taşıdığı değerde yatmalı, bunu ise alıp giden zaman tartmış olur. "Yürüyen duvar" tabiri Yörük göçebeliğinin, dolayısıyla Türk tasavvuf görüşünün daima harekete, yürümeye dayalı olduğunun en önemli bir göstergesidir.

Romandaki Yörük Osman karakteri "hayali bir kahraman mı"? Yoksa bu karakter içerisinde bilinen biri mi gizleniyor?

Hayır, hayali bir kahraman değil. Yörük Osman?da yıllarca biriktirdiklerim yer alır. Yörük Osman?da, Balkanlarda yaşamış veya halâ yaşamakta olan ve kendisini Türk hisseden her ferdin bir soluğu olsa gerekir.

Bir ara Azrail ile olan anlaşmanızdan bahsediyordunuz? Konudan kısaca bahseder misiniz?

Bir ara gün ortasında, karanlık odamda, bunalım ile hayal arası bir hastalıklı anımda, Azrail Hazretleri karşımda peyda oldu. Bana "Hazır mısın?", sordu. "Hazırım, Azrail Hazretleri", dedim, "Ancak karaladığım ilk romanım henüz tamamlanmış değil", diye devam ettim. Hemen yokoldu. Oysa beyazlar giymiş, hayatımda hiçbir zaman unutmadığım nurlu bir yüz ve gerçekten de gülü anımsatan bir tebessüme sahipti.

Romanınız bitti. Bu konudaki duygu ve düşünceniz nedir?

Hayır, bitmedi. Okuyacak olan sonunda noktayla karşılaşmayınca bunu en iyi anlar.

Ölümden korkuyor musunuz? Ölüm sizin için ne ifade ediyor?

Hayır. Ölümü, berrak bir su damlasını cam bardaktan, gizemli biçim ve anlamına varmamız için henüz gerekli mertebeye ulaşamadığımız başka bir bardağa dökülmesine benzetiyorum. Bu kıyaslamayı rüyalarımın birinde gördüm ve çok sevdim.

Makedonya Türkleri roman yazmaya pek meyilli görünmüyor. Bu ilgisizlik nereden kaynaklanıyor?

Buna ben ilgisizlikten çok haylazlık derim. Roman, halk deyimiyle, sandalyeyi iyice ısıtmak ister. Araştırmacılara göre, "roman bir edebiyatın olgunluk sınavıdır".

Makedonya?daki Türklerde son dönemlerde kitap yazma noktasında bir durgunluk var. Bunun sebebi nedir sizce?

Sebebi ulusal duygusallığımız ile aşırı bir biçimde maneviyattan uzaklaştığımızda yatar.

Şimdiye kadar yazdığınız birçok eserin ana teması Gül?dü. Gülün sizin hayatınızdaki yeri ve önemi nedir?

Gül, hayatımın öz anlamıdır. Son soluğumu teslim etmezden önce şahadet getirme anında gözlerim karşısında O?nu, unutamadığım nur yüzlü Azrail meleğini ve benim için ebedi hayat anlamı taşıyan kırmızı gülümü görmek, yegâne arzum.

Rahmetli Babanızın tasavvuf ehli olduğunu biliyoruz. Sizde de tasavvufa karşı bir meyil var mı?

Babam ve iki dedemden aile mirası olarak algıladığım tasavvuf benim için yalnız sıradan bir meyil değil, bir biçim üstün hayat tutkusu. Çünkü, Kayseri?li dostum düşünür Turan Koç?un çok özlü bir biçimde dedikleri gibi "Tasavvuf bakış açısına göre, Allah güzeldir ve mutlak güzellik O?na aittir".

Konu tasavvuftan açılmışken biraz da farklı bir soru sormak istiyorum? Dine bakış açınız nedir?

Dine bakış açım şundan ibaret: Vahdeti vücud?u Bir bilmek; Allah?tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna sahip olmak; haklı olduğun her şeyde, korkma, çünkü seni Allah korur; müslüman araştıran kişidir; dini teslim almak değil, dine teslim olmak; sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir; Allah ile kul arasına kimse giremez; din insan içindir, insan din için değil; hiçbir Allah yaratığına zarar vermemek; hayat söner, ruh ise ebedidir; Peygamberimiz taklit edilmek için değil, örnek olmak için vardır; İslâm hatasızdır, müslüman değil; İslamiyette aklın ermediği çok şey vardır, fakat akla aykırı hiçbir şey yoktur; her şeyin bir yolu vardır, cennetin yolu ise ilimdir.

Daha önce komünizm döneminde önemli görevlerde bulundunuz? Bu dönem sizin dine bakış açınızı etkiledi mi?

Herşeyden önce Tito dönemi, aslâ komünizm dönemi sayılmaz. Olsa olsa özyönetim sistemine dayanan bir sosyalist düzendi. Bu gibi bir sistemde de sadece kültür alanında görevlerim oldu ("Sesler" kültür sanat dergisinin sorumlu yazarı, Türk Arnavut tiyatrosunda Genel Müdür ile Makedonya Kültür Bakanlığında sanat etkinliklerinden sorumlu bakan yardımcısı). Aynı dönem dine ve hayata bakış açımı aslâ etkilemedi. Benim için en büyük övgü Radoviş?li gençlik arkadaşlarımın "hiç değişmiş değilsin" sözleridir.

Eski dönemlerde Kültür Bakanlığında yüksek görevlerde bulundunuz? Daha sonra Tiyatro, Gazete, Radyo derken gazeteciliğe atıldınız. Siyaset, edebiyat, gazetecilik ve sanatla uğraştınız? Haytınızda en çok iz bırakan meslek hangisiydi?

Edebiyatla, gazetecilikle, sinemayla, tiyatroyla haşır neşir oldum, ancak siyasetle aslâ. Babamın nasihatına göre hareket ettim ve bu tavrım, umut ederim, hayatımın sonuna kadar devam eder. Tek sözle ? karşı siyasetçiyimdir. Hayatımda en çok iz bırakan "meslek" kitap okumaktır.

Siyasette aktif değilsiniz, ancak siyaseti yakından takip ettiğinizi biliyoruz. Makedonya?nın bağımsızlığa kavuşmasının ardından siyasette bir hareketlilik görüldü? Bu hareketlilik zaman zaman görüş farklılığına dönüştü? Makedonya?da Türklerin siyasi plandaki akibetini nasıl görüyorsunuz?

Evet, siyasetten hoşlanmam, ancak, siyaset olaylarını yakından izlerim. Sorunuzda "Makedonya?nın bağımsızlığa kavuşmasının ardından siyasette bir hareketlilik görüldü" diyorsunuz. Ben buna "Hareketlilik" yerine hareketsizlik, verimsizlik ve genelde, haklar hususunda tek particilikten daha geri, daha anarşik bir hale dönüş" adını veriyorum. Dolayısıyla, durum aslâ "görüş farklılığına" dönüşmedi. Aksine. Eskiye nispeten her parti, dernek, örgüt içinde, müstesnalar hariç, liderin görüşünden gayri hiçbir görüşe yer verilmiyor gibi bir hava sözkonusu. Hiçbir yeni rüzgâr esmiyor. Düşünün bir kez eski arkadaşlarım dahi bana parti liderleri yanında yalnız salona karanlık basınca el uzatabiliyorlar?! Bundan hareketle, biz Türkler, Makedonya?da, kanımca, siyasi planda, bu topraklarda varoluşumuzun en karanlık dönemini yaşamak zorundayız.

Türklerin siyasi sahnedeki gücünü nasıl değerlendiriyor sunuz?

Eski tek particilik döneminde, öğrenimli kadro sayımız iki elimizin parmakları sayısından uzak gitmez iken, halkımız daha büyük haklara sahipti. Bu, toplumsal düzendeki gerçek eşitlik ilkelerinin yanı sıra, siyaset alanındaki Türk bireylerinin de özverileri sayesinde elde edilmiştir. Yeni ve sözde "demokrasi"de yegâne "kazancımız" aşırı ve ulusal çıkarlarımızı yok olmakla tehdit eden bölünmüşlüğümüzdür. Siyasi sahnedeki gücümüz diye bir şeyimiz yoktur. Hangi alanda gelişme sağladık? Kültürümüz, özellikle edebiyatımız büsbütün söndü. İşsizlikte Romlarla yan yanayız, olsun ki son 10 yılda yüzlerce yüksek öğrenime sahip elemanımız çıktı. Kendilerine aslâ hayatlarında yeni gelişme imkanı sağlanmıyor, ya da bu şans yalnız hükümete yanaşmış olan partinin tektük emir kullarına tanınır. Biliyor musunuz ki 20 yıldır çocuklarımız için tek kitap yayınlanmadı, oysa partilerimiz ile derneklerimizden buna ilişkin ses çıkmıyor. Kitap okumayan bir nesil miras alıyoruz. Kitap okumayan bir çocuk yarın Türk toplumunu hangi seviyeye ulaştırabilir?!

Türklerin tek platformda, ortak stratejide birleşme konusundaki görüşleriniz nedir?

Otuz yıldan çok, ilkin "Birlik"te, sonra "Makedonya Zaman"da, Makedonya Türklerinin tek platformu etrafında toplanmalarının yegâne kurtluş ve varoluş yolu olduğunu somut öneri ve delillerle etraflı bir biçimde anlatmaya çalıştım. Bu fikrimi şimdi oğlumun yardımıyla, internette, özlü "Yeni Akıncı" sayfamda devam ediyorum.

Siyasi partilerimiz Türk aydınlarının görüşlerinden yeterince faydalanıyor mu?

Aslâ. "Ak sakallılar konseyi" biçimli danışma kuruluşlarından söz edildiyse de, nedense, bundan vazgeçildi. Siyasi partilerimiz yetişen genç aydınlarımızı etraflarına toplamak isterlerse eğer, parti liderleri bir an önce kendi fikirlerinde ısrar etmelerinden vazgeçmelidir. Çünkü, farklı düşünce üretmeyen ne bir parti herhangi bir başarıya ulaşır, ne derneklerimiz ile diğer kuruluşlarımız. Görüş teatisinde buluşuruz diye katıldığım biricik toplantıda birdenbire bir biçim bitpazar havası esiverdi. Bu gibi parti havasında kalan aydınlarımızın fikirlerinden yararlanması gereken toplantılar bir daha düzenlenmedi. En azından olası düzenlenenlerinden halâ haberdar değilimdir.

Uzun zaman Türk Tiyatrosunda çalıştınız. Geçmişle bir kıyaslama yaptığımız zaman Türk Tiyatrosunun şu andaki konumunu nasıl değerlendirirdiniz? Türk Tiyatrosunun yeni mekanı konusundaki görüşünüz nedir?

Üsküp Türk tiyatrosu, geçmişe nispeten, daha az Türk ve müslümandır. Dışa açılma, derken özünü yitirdi. Bir İngiliz, Rus, Fransız, İtalyan tiyatrosu dış ülkelere gittiklerinde, herşeyden önce, öz sahne eserlerini tanıtıyorlar. Bizim tiyatro kendi, Makedonya Türk yazarlarını küçümsüyor gibime geliyor. Fikrime göre, yeni Türk tiyatrosu mekânının Vardar?ın sağ kıyısında oturtulması çok yanlış. Bunun nedenlerine inelim. Bir, tiyatromuz kendi Türk seyircisinin çoğunlukta yaşadığı mekândan kopmuş olmamalı. İki, öyle de Üsküp?ün dinlere göre ikiye ayrılmış olan kentin insanları böylece başkentimizin tiyatro alanında da iki ayrı din devletine bölünmüş gibi bir hale düşerek farklı dinlere ve uluslara mensup yurttaşlarımız diyaloğa yönlendirilecek yerde, yeni dini ve milli kinlere fırsat verilmiş olur. Bir Makedon tiyatro severi eski Türk Osmanlı eserlerini yolca olsun hissetme fırsatından da yoksun bırakılmış olur. Ancak, tiyatromuzla ilgili özellikle altını kalınca çizilmesi gereken husus yerli, yani Makedonya Türk telif oyunlarının yoksunluğudur. Bir Türk tiyatrosu, herşeyden önce Türkler için varolmalı. Dolayısıyla, repertuvarda da hertürlü öncelik Makedonya Türklerinin heryanlı kültürel ile tarihsel varlığıyla ilişkili konuları ele alan eserlere verilmeli. Demek oluyor ki her yıl en az bir oyun yerli Makedonya Türk yazarına ayrılmalı. Ya oyun tiyatroya sunulmaz olursa? Sorusunu yanıtlamak pek kolay: Oyun yazarı tiyatroya gelmez ise, tiyatro oyun yazarına gider ve de gitmeli! Tiyatro yeni oyun yazarlarının boy vermesine de eskiden katkıda bulunmuştu. Niye bu görevi yeniden üstlenmez olsun? Çünkü, Makedonya?da Türk sahne eserlerinin yaratılmasında başlıca etken Üsküp Türk Tiyatrosu olmuştur. Tiyatromuz olmasaydı Makedonya Türk sahne (dram) edebiyatımız da yokolurdu. Bir telif oyun çünkü sahnelenmez olursa ölü doğmuş gibi kalır. Bir oyuna hayat, can veren sahnedir. Makedonya?da ise yegâne profesyonel Türk sahnesi Türk Tiyatrosudur. Üsküp Türk Tiyatrosu herşeyden önce Makedonya Türkleri için kurulmuş ve varlığını sürdürmekte ise sahnelenen oyunlarda ilk sırada Makedonya Türklerinin her yanlı tezahüratı yer almalıdır. Sırasıyla bundan sonra bir Makedon ya da Makedonyalı bir Arnavut (Boşnak, Sırp, Ulah, Rom) yazarının eseri, en sonunda da, pek doğal, Türkiye?li bir yazarın eseri sahnelenmeli. Yalnız bu gibi bir yöneliş sayesinde Türk seyircisi yeniden kendi ulusal tiyatrosuna dönmüş olacaktır.

Makedonya?daki Türkçe medyanın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Makedonya?daki Türk medyası (Yeni Balkan ile Radyo Televizyon Programlarımız), kanımca, tıpkı Türk Tiyatrosuna benzer, Makedonya Türklerinin gerçek hayatının yüzeyinde kalır. Yani hazırcı bir durumda: olayları aktarmakla yetinir. En azından parti, kurum, kuruluş, dernek, okul yöneticilerinin bedava propagandasını yapar. Halkımızın sesi pek az, adeta hiç duyulmaz. Köylerimizden röportajlar, türlü alanlarda çalışanlarımızın hayat sorunları, işsizlerin çileleriyle adeta karşılaşmıyoruz.

Makedonya?daki Türklerin eğitim konusu hakkındaki görüşünüz nedir? Geleceği nasıl görüyorsunuz? Çıkış yolu nedir?

Kanımca, Makedonya?daki Türkçe eğitim, anaokuldan başlayarak, fakülte ve doktora tezlerimize kadar temelden değişmeli, dolayısıyla Makedonya Türklerinin bugünkü ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir. Önce de dediğim gibi, bunun yegâne çıkış yolu bir araya gelip ortak Makedonya Türk platformunu oturtmakta yatar. Çünkü, yekvücut olmamız Makedonya?da gelecekte varoluşumuzun da tek yoludur. Burada, otuz yıldan beri çok kez anlatmış olduğum eski Türk tarihimizden bir menkıbeyi tekrar etmede büyük yarar var diye düşünüyorum:

Balkanlarda bin yıl önceleri en güçlü Bulgar Türk devletini kuran Ömürdağ Kağan (Omurtak Han) öleceğini hissedince dokuz oğlunu çağırı ve: Herbiriniz birer asma çubuğu getirin, der. Oğullarını ellerinde sarı asma çubuklarla gören ulu kağan yeniden: şimdi herbiriniz kendi çubuğunu kırıversin, der. Oğullar babasının bu arzusunu da yerine getirirler. Kendi çubuklarını pek kolay kırarlar. Bu kez Ömür Kağan her oğlundan kendisine yine birer asma çubuğu getirmelerini rica eder. Bu kez Ömür Dağ dokuz asma çubuğundan sıkı bir demet bağlar ve: bu demeti kıran tahtımı hak etmiş olur, der. Dokuz oğul boşuna terleyip uğraşır. Hiçbiri demeti kıramaz. Onlar böyle uğraşırlar iken, Ömür Kağan ebediyete ulaşır. Pek yakında Balkanların ilk büyük Türk devleti ilkin dokuz küçük devlete, son anda da düşmanların eline geçer. "Çıkış yolu nedir?" son sorunuza yanıtım yerine Ömürdağ Kağan?ın menkıbesini salık verip şu satırları okuma fırsatı bulan tüm okurlarıma merhaba diyorum. Enis Emin, Üsküp Zaman.com.mk

Last modified onMonday, 20 April 2009 14:20
Telif Hakkı 2005-2015 © Vrapciste.COM. Vrapçiştenin Resmi Web Sitesi!